ABD’de yakın zamanda devlet kurumlarında TikTok kullanımı yasaklanmıştı, şimdi ise devlet üniversiteleri de bu yasağa tabii olacak. Birçok eyalette Alabama, Arkansas, Florida, Georgia, Idaho, Oklahoma, Güney Dakota, Kaliforniya ve Teksas ’da okulun wifisi ile uygulama girişi yasaklandı. Yasakların bununla kalmayacağı kamu alanları, parklar ve açık wifi alanlarında da devam edeceği apaçık ortada. Tik Tok’un Çin menşei olması ve ulusal güvenliği sarsması gibi polemikler bu tezi kuvvetlendirmektedir. Peki Türkiye’nin ulusal güvenliği tehlikede mi? Fiziksel güvenliği bilmem ama, zihinsel ve kültürel bir güvenlik tehdidi var. Ve her geçen gün bu tehdit dozajı artmaktadır. Tik Tok’u silmek çözüm değil. Arz-talep dengesine ters düşeriz maazallah. İşin gırgırını bırakalım da uygulamada buz dağının apaçık görünen kısmına bakalım: dünyayı unutup Tik Tok’a mahkum olan izleyiciler, Tik Tok siyasetçileri, dilencileri, müdavimleri ve birçok etik dışı mevzular. Bir nevi sosyal medya kılığına g
İnsanlığın ilk zamanlarından bu yana insanın sabit bir derdi oldu ya da zaten vardı; ev, yuva sahibi olmak. Ev kelime olarak hep pozitif çağrışım yaptı. Keza evlilik gibi bereket, sevinç durumunu yine bir ev ekseninde, bir çatı ve tuğlanın arasında betimledik. Ev üzerine çokça tanım yapılabilir ama tanımların ötesine, realiteye bakınca en büyük evsizliğin, ev sahibi olunca başladığı açıktır. Ev aidiyet, hürriyettir. Yaşadığımız alana sahip olmak, konfor ve güvenlik gibi aşılacak, tükenmesi kuvvetle muhtemel mevzular değil. Bitmeyecek, kullanma tarihi olmayan, tevekkül, samimiyet ve aidiyet ile baki olur. Tuğlalar ve betonlardan taşar, mahluklaşır. Ev denince akla içinde insan ve insan menşei ürünlerin bir çatı altında bulunması gelir. Oysa ki dünya üzerinde her canlı bir eve muhtaçtır. Evin sadece insanın hegomanyası altında kaldığını düşünmek yanlıştır. Her canlı sığınacak, teslim olacak bir alana, soluklanacak mekana muhtaçtır. Bu fıtratımızın, bilhassa canlılığın en temel ihtiyacıd
Dert ile başlanan her cümle, eylem ve girişimler, dertin niceliği ile orantılı biçimde gelişir. Bugün insanın dertleri basit olduğu için, cemadât dertlerine odaklanacağım. Cemadât deyince akla; ağaç, nehir, toprak vb. estetik nesneler gelir. Nitekim onların işleyişi farklıdır. Onların sadakati, cömertliği insana kıyasla hat safhadadır. Cemadât birçok kişi için cansızlık gibi gelse de... İnsanın yapmadığı, tenezzül etmediği işleyişe ve bağlılığa meftunlardır. Cemadât ilişkisi kusursuzdur. Nehirler denizlere bağlanır, kırılan levhalar birbirinden ayrılır, dağlar birbiri ardına sıralanır... Bizim şikayet ettiğimiz deprem, doğal afet gibi hadiseler cemadâtın işleyişi, görevi ve kulluğudur. Netice olarak kusurlu olan yine ismiyle çelişen eşref-i mahlukattır. İnsani ilişkiler minimum, ayrılık ve ayrımlar hat safhada. Velhasıl ne kadar cemadât olursak o kadar mahluk oluruz. Ne kadar mahluk olursak o kadar sözlük anlamıyla kalmış cemadât oluruz. Şah Camii, İran. Cemadât'ın gü
Yorumlar
Yorum Gönder